Avrupa şirketleri ile Türk iş ortakları arasındaki uluslararası ticari ilişkiler, yoğun mal akışı ve yüksek piyasa dinamizmi ile karakterize edilir. Uygulamada ise sözleşmeler çoğu zaman pratik bir yaklaşımla kurulmaktadır: Bir sipariş, bir sipariş teyidi – ilk bakışta yeterli görünür. Ancak kalite kusurları, taşıma hasarları veya ödeme ihtilafları gibi şikâyetler ortaya çıktığında, yetersiz düzenlenmiş bir sözleşmenin riskleri kendini açıkça gösterir.
Pek çok şirket, alışılagelmiş prosedürlere ya da standart formlara güvenmektedir. Ancak hukuki talepler sınır ötesinde ileri sürülmek istendiğinde, yalnızca sağlam bir sözleşme altyapısıyla yanıtlanabilecek sorular gündeme gelir: Hangi hukuk sistemi uygulanacaktır? Hangi mahkeme yetkilidir? Çelişen genel işlem şartlarında ne geçerli olur? Ve Birleşmiş Milletler Satım Sözleşmeleri Konvansiyonu (CISG) somut olarak nasıl bir rol oynar?
Avrupa-Türkiye ticaretinde açıkça görülmektedir ki: Sözleşmelerin öngörülü şekilde yapılandırılması – özellikle hukuk seçimi ve yetkili mahkeme konularında net hükümlerin yer alması – sadece bir formalite değil, risklerin etkin şekilde yönetilmesi için stratejik bir araçtır. Her iki ülkenin hukuki çerçevesine hâkim olan taraflar, ticaretini güvenle planlayabilir ve olası ihtilaflarda kendini etkin biçimde güvence altına alabilir.
I. AVRUPA-TÜRKİYE TİCARETİNDE ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER
Avrupa ile Türkiye arasındaki uluslararası mal alışverişinde, uluslararası sözleşmeler ve ulusal hukuk kaynakları merkezi bir rol oynar. Ticari faaliyette bulunan işletmeler, hukuki güvenceyle hareket edebilmek için sözleşme imzalanmadan önce hangi hukukun uygulanacağını ve bunun ne gibi sonuçlar doğuracağını net olarak belirlemelidir – özellikle de muhtemel ihtilaflar açısından.
Bu bağlamda temel düzenlemelerden biri, hem Türkiye’nin hem de Avrupa ülkelerinin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Uluslararası Mal Satım Sözleşmeleri Konvansiyonu’dur (CISG). Taraflar farklı bir hukuk seçimi yapmadıkça, bu konvansiyon uluslararası mal satış sözleşmelerine otomatik olarak uygulanır – taraflar bunun bilincinde olmasa bile. Ancak bunun yanı sıra, zamanaşımı, ürün sorumluluğu ve tüketici hakları gibi ulusal düzenlemelerin de göz önünde bulundurulması gerekir.
Özellikle çok taraflı tedarik zincirlerinde – örneğin Fransa’da imzalanan bir sözleşmeye dayanarak, Polonya’dan Türk aracılar üzerinden Avrupa’ya yapılan bir teslimatta – hukuki değerlendirme oldukça karmaşık hale gelir. Hangi hukukun geçerli olacağı sorusu, öncelikle davaya bakan mahkemenin milletlerarası özel hukuk kuralları çerçevesinde belirlenir. Avrupa’da genellikle sözleşmeyle en sıkı bağlantısı bulunan ülke hukuku esas alınırken, Türkiye’de de benzer bağlantı noktaları geçerlidir.
Uygulamada, tarafsız bir çözüm yolu olarak sıklıkla Avusturya veya İsviçre hukuku tercih edilmektedir – özellikle bu hukuk sistemleri Türk Medeni Hukuku ile yapısal benzerlikler taşıdığı için. Ancak bu ilk bakışta pratik görünse de, Avrupa’daki hukuk büroları bu hukuk sistemlerine yeterince aşina olmadığında ciddi uygulama sorunları doğabilmektedir.
Tüketicilerin taraf olduğu sözleşmeler ise özellikle hassas bir alandır. Bu tür ilişkilerde sözleşmesel serbesti ciddi şekilde sınırlanmıştır. Cayma hakkı, garanti süresi ve üretici sorumluluğu gibi tüketici koruma hükümleri, hukuk seçimi yoluyla bertaraf edilemez. Bu durumda esas alınacak hukuk, her zaman tüketicinin yerleşim yeri hukuku olacaktır.
Dolayısıyla, Türkiye’deki iş ortaklarıyla uzun vadeli ve sağlam bir tedarik ilişkisi kurmak isteyen şirketlerin yalnızca gerçek yer mahkemesi ya da hukuk seçimi gibi biçimsel unsurları değil, aynı zamanda tüm ulusal ve uluslararası düzenlemeleri de risk analizlerine dâhil etmeleri büyük önem taşır.
II. UYGULAMADA SÖZLEŞME HAZIRLIĞI: İÇERİK, ŞEKİL VE HUKUKİ GEÇERLİLİK
Hukuki açıdan güvenli bir uluslararası satış sözleşmesi, uygun sözleşme türünün seçilmesiyle başlar ve ideal olarak risk paylaşımı, sorumluluk ve hukuki yollara başvuru hakkı gibi hususlarda net hükümlerle sona erer. Özellikle Avrupa-Türkiye ticaretinde, uygulamada sıkça göz ardı edilen bazı hukuki incelikler, ciddi sonuçlar doğurabilir.
1. SÖZLEŞME TİPLERİ VE HİBRİT YAPILAR
Avrupa’da olduğu gibi, Türkiye’de de hem satım sözleşmeleri hem de eser sözleşmeleri medeni hukuk kapsamında kabul edilir. Ancak uygulamada özellikle müşteri taleplerine göre yapılan endüstriyel üretimlerde karma sözleşme yapıları sıkça görülmektedir. Türk Medeni Hukuku, Avrupa hukukundaki “eser niteliğinde satım” gibi özel bir tür tanımadığı için, bu tür durumlarda sözleşmenin ilgili bölümleri ya satım ya da eser hükümlerine göre değerlendirilir. Bu da, taraflar arasındaki yükümlülüklerin net şekilde tanımlanmasını zorunlu kılar.
2. ŞEKİL ŞARTLARI: TAŞINMAZ İŞLEMLERİNDEN ARAÇ SATIŞINA KADAR
Taşınır malların satışına ilişkin sözleşmeler genel olarak herhangi bir şekil şartına tabi olmaksızın kurulabilir. Ancak bazı sözleşme türlerinde sıkı şekil şartları geçerlidir. Örneğin:
·
Taşınmaz satışları, ilgili tapu müdürlüğü önünde
noter onaylı şekilde yapılmak zorundadır.
· Türkiye’de araç devri işlemleri de noterlik yoluyla gerçekleştirilir, zira araç sicili yalnızca noterler tarafından tutulur ve ipotek gibi teminatlar da buraya işlenir.
Ayrıca uygulamada, tapu devrinden önce “satış vaadi sözleşmeleri” yapılması yaygındır. Bu belgeler, inşaatın niteliği veya ödeme koşulları gibi bağlayıcı yan yükümlülükler içerebilir. Şayet usulüne uygun hazırlanır ve noter huzurunda düzenlenirse, bu belgeler tapu işlemi gerçekleşmese bile hukuken bağlayıcı olabilir. Bu nedenle, “ön sözleşme” safhasında dahi azami özen gösterilmelidir.
3.
GENEL İŞLEM ŞARTLARI: GEÇERLİLİK
KOŞULLARI
Genel işlem şartlarının (GİŞ) sözleşmelere dahil edilmesi Türk Medeni Hukuku tarafından da kabul edilmiştir. 2012 yılında yürürlüğe giren yeni Borçlar Kanunu, bu konuda kıta Avrupası yaklaşımlarını örnek alan açık düzenlemeler getirmiştir.
a. Şeffaflık ve Anlaşılabilirlik
Genel şartlar, sözleşme yapılmadan önce karşı tarafa zamanında ve açık bir biçimde sunulmalıdır. Eğer bu şartlar yalnızca fatura ile veya daha sonra yapılan bir yazışma ile iletilirse, sözleşmeye dahil sayılmazlar. Ayrıca kullanılan dilin karşı tarafça anlaşılır olması zorunludur; aksi halde ilgili hükümler tamamen geçersiz sayılabilir.
b. Uyum ve Emredici Hükümlere Aykırılık Yasağı
Türk hukukunda, “çekinceyle kabul” gibi bağımsız bir kavram bulunmaz. Genel İşlem Şartları hükümleri, sözleşmenin kalanıyla uyumlu olmalı ve şaşırtıcı ya da tek taraflı ağır yükümlülükler içermemelidir. Şüpheli hükümlerin mahkeme tarafından denetlenip geçersiz kılınması mümkündür.
c. Çelişen Genel İşlem Şartları
Tarafların her biri kendi GİŞ’lerini kullanıyorsa, yalnızca birbirleriyle örtüşen hükümler geçerli olur. Her iki metin de karşı tarafın koşullarını reddeden “ret klozları” içeriyorsa, GİŞ’ler tamamen devre dışı kalır ve yalnızca tamamlayıcı hukuk kuralları uygulanır.
Bu sistematik yaklaşım, Avrupa-Türkiye ticaretinde GİŞ kullanımının dil seçimi, iletim zamanı ve emredici hükümlere uyum açısından dikkatle planlanması gerektiğini göstermektedir.
4. SÖZLEŞME CEZALARI VE DİĞER YAPTIRIMLAR: TÜRK HUKUKUNDAKİ DÜZENLEMELER
Sözleşmeden doğan yükümlülüklerin güvence altına alınması amacıyla taraflar arasında cezaî şartlar kararlaştırılması Türk özel hukukunda da mümkündür. Bu yöntem, sözleşmedeki asli ya da yan yükümlülüklerin ihlali durumunda önceden belirlenmiş bir tazminat mekanizması sunar.
Sözleşme cezası, ifanın yerine geçmek üzere, ifaya ek olarak ya da sadece temerrüt durumunda uygulanmak üzere tasarlanabilir. Ancak geçerli olabilmesi için, miktarın veya hesaplama yönteminin açık ve belirli şekilde tanımlanmış olması gerekir. Belirsiz hükümler, uyuşmazlık halinde mahkeme tarafından geçersiz sayılabilir.
İstisnai durumlarda, örneğin sözleşme cezasının uygulanması borçlunun ekonomik varlığını tehlikeye sokacaksa, mahkemece indirim yapılması mümkündür. Ancak ticari ilişkilerde bu tür düzeltmelere sadece çok dar istisnai hallerde izin verilir.
III. MÜLKİYETİN VE RİSKİN GEÇİŞİ
Uluslararası mal teslimatları veya taşınmaz alım-satımları kapsamında mülkiyetin ve riskin geçişi, sözleşme hazırlığında son derece hassas bir noktayı oluşturur – özellikle farklı hukuk sistemlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda. Avrupa ile Türkiye bu konuda farklı hukukî doktrinlere dayanmakta olup, bu farklar uygulamada risk dağılımı üzerinde önemli sonuçlar doğurabilir.
Avrupa-Türkiye ticaretinde mülkiyetin devri ve riskin geçişi, farklı hukuk sistemleri nedeniyle dikkatle ele alınması gereken başlıca sözleşme unsurlarındandır. Avrupa’da yaygın olarak kullanılan mülkiyetin muhafazası kaydı, Türk hukukunda ancak noter huzurunda özel bir sicile tescil edilirse geçerlidir; aksi takdirde ya geçersiz sayılır ya da ağır şekil şartlarına tabi tutulur. Türk mahkemeleri bu tescil zorunluluğunu kamu düzeni kapsamında değerlendirerek, sözleşme Avrupa hukukuna tabi olsa bile mülkiyet muhafazasını uygulamadan reddedebilir. Bu nedenle, rehin hakkı tesisi veya çek/bono gibi kıymetli evrakların alınması gibi daha pratik güvence araçlarına yönelmek tavsiye edilir. Öte yandan, riskin alıcıya ne zaman geçeceği konusu da benzer şekilde önemlidir: Türk hukukuna göre bu risk, aksi kararlaştırılmadıkça sözleşmenin kurulduğu anda alıcıya geçer. Satıcının taşımayı üstlenmesi dahi, özel hüküm yoksa taşıma sırasındaki zararlardan sorumluluk doğurmaz. Bu nedenle tarafların Incoterms gibi ticari teslim terimlerini kullanması yararlı olmakla birlikte, sözleşmede ayrıca riskin geçiş zamanı ve taşıma sürecindeki sorumluluğun kimde olduğu açıkça belirtilmelidir; zira Avrupa ve Türk mahkemeleri Incoterms hükümlerini farklı şekilde yorumlayabilmektedir.
IV. GARANTİ VE SORUMLULUK: AYIPLARDA HAKLAR VE ÜRETİCİ SORUMLULUĞU
Teslim edilen ürünlerdeki ayıplar, uluslararası ticarette sık karşılaşılan bir uyuşmazlık konusudur – özellikle de tarafların hukuki beklentileri farklılık gösteriyorsa. Avrupa-Türkiye ticaretinde faaliyet gösteren şirketler, ayıplı teslimatlar karşısında hangi haklara sahip olduklarını, hangi sürelerin geçerli olduğunu ve sorumluluğun satıcı, ithalatçı veya üretici arasında nasıl dağıldığını net şekilde bilmelidir.
1. AYIP NE ZAMAN VAR SAYILIR?
Türk Hukuku’na göre bir mal, kararlaştırılan özellikleri taşımıyorsa veya belirlenen amaca uygun değilse, ayıplı sayılır. Bu tanım, büyük ölçüde Avrupa’daki anlayışla örtüşmektedir. Dolayısıyla bir makine olması gerekenden yavaş çalışıyorsa, bir giysi siparişe uymuyorsa ya da ürünler hasarlı teslim ediliyorsa – tüm bu durumlar ayıp teşkil eder.
2. KONTROL VE AYIP BİLDİRİMİ YÜKÜMLÜLÜĞÜ: ŞİRKETLER VE TÜKETİCİLER ARASINDAKİ FARKLAR
Ticari ilişkilerde – özellikle şirketler arasında – Türk hukukunda derhal kontrol ve ayıp bildirim yükümlülüğü geçerlidir. Mal, teslim alındıktan hemen sonra incelenmeli; açık ayıplar en geç iki gün içinde bildirilmelidir. Toplamda, kontrol ve bildirim süresi sekiz günü geçmemelidir. Bu süreler kaçırılırsa, garanti hakları tamamen kaybedilebilir.
Gizli ayıplar – yani ilk incelemede fark edilmesi mümkün olmayan eksiklikler – ortaya çıkar çıkmaz, vakit kaybetmeden bildirilmelidir.
Tüketici işlemlerinde ise durum farklıdır. Burada çok daha koruyucu hükümler geçerlidir. Tüketiciler, sonradan ortaya çıkan ayıpları da ileri sürebilir – yeter ki bu ayıbın, ürün teslim edildiğinde mevcut olduğunu ispat edebilsinler. Bu noktada altı aylık yasal karine devreye girer: Ayıp ilk altı ay içinde ortaya çıkarsa, malın teslim anında zaten ayıplı olduğu kabul edilir – aksi, ancak satıcı tarafından ispat edilebilir.
3. ALICININ AYIPLAR KARŞISINDA SAHİP OLDUĞU HAKLAR
Bir malın ayıplı olduğu tespit edildiğinde, alıcının
şu hakları bulunmaktadır:
·
Ayıpların giderilmesini talep etmek (onarım),
·
Ayıpsız bir ürünle değiştirilmesini istemek
(değişim),
·
Satış bedelinde indirim talep etmek (bedel
tenzili),
·
Sözleşmeden dönmek (fesih),
· Maddi ve dolaylı zararlar için tazminat talep etmek.
Bu haklar birlikte mevcut olup, hangisinin kullanılacağı; ayıbın niteliğine ve her iki taraf için makul olup olmamasına bağlıdır. Uygulamada, özellikle ticari işlemlerde, genellikle değişim veya bedel indirimi en pratik çözüm yoludur.
Ayıplara ilişkin talepler için genel zamanaşımı süresi teslim tarihinden itibaren iki yıldır. Ancak bu süre, sözleşmeye konulacak garanti hükümleriyle uzatılabilir. Eskiden tacirler için bu süre altı ay iken, bu düzenleme 2012 reformu ile kaldırılmıştır.
4. ÜRÜN SORUMLULUĞU VE İTHALATÇININ SORUMLULUĞU
Bir diğer önemli husus, üretici sorumluluğu konusudur. Türk tüketici hukukuna göre sadece satıcı değil, ithalatçı ve üretici de doğrudan sorumlu tutulabilir – hem de kusur aranmaksızın. Burada belirleyici olan, ürünün piyasaya arz edildiği sırada ayıplı olup olmadığıdır.
İthalatçı veya üretici, sorumluluktan kurtulmak istiyorsa, ayıbın ithalat sonrasında ortaya çıktığını ispat etmek zorundadır – örneğin taşıma sırasındaki bir hasar nedeniyle. Uygulamada genellikle, bu taraflar en azından onarım veya değişim yükümlülüğü altına girer; ancak sözleşmeden dönme veya tazminat taleplerinden doğrudan sorumlu tutulmaları her zaman mümkün değildir.
V. UYUŞMAZLIK ÇÖZÜMÜ: YETKİLİ MAHKEME, TAHKİM VE HÜKMÜN İCRASI,
Sözleşmesel netlik önemli olsa da, işin sadece yarısıdır – bir uyuşmazlık ortaya çıktığında, hakların ne ölçüde etkin şekilde ileri sürülebileceği, çoğu zaman yargılamanın nerede yapılacağına bağlıdır. Özellikle Avrupa ile Türkiye arasındaki uluslararası ticarette, mahkemelerin yetkisi ve alternatif uyuşmazlık çözüm yolları hakkında sözleşme öncesinde karar verilmesi büyük önem taşır.
1. YETKİLİ MAHKEME: DAVANIN NEREDE GÖRÜLECEĞİNE NE KARAR VERİR?
Bir uyuşmazlık durumunda hangi mahkemenin yetkili olduğu, genellikle uluslararası usul hukukuna göre belirlenir – yani yabancı unsurlu davalarda hangi mahkemenin görevli olduğunu düzenleyen kurallara göre. Hem Avrupa hem de Türk hukukunda, genel kural olarak davalının yerleşim yeri veya ticari merkezinin bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir. Alternatif olarak, sözleşmenin ifa yeri, ilgili malvarlığının bulunduğu yer veya bazı durumlarda bir ticari temsilcinin iş yeri de yetki bakımından belirleyici olabilir.
Taraflar arasında açık bir yetki sözleşmesi yapılmadıysa, taraflardan biri kendisini beklenmedik bir ülkedeki mahkemede dava açarken veya savunma yaparken bulabilir. Bu nedenle, uluslararası işlemlerde açık bir yetkili mahkeme hükmü (forum selection clause) konulması tavsiye edilir – ideal olarak hukuk seçimi hükmüyle birlikte, zıt kararların önüne geçmek için.
Türkiye’deki taşınmaz işlemleri bu açıdan özel bir statüye sahiptir: Bu tür işlemler bakımından, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi zorunlu yetkilidir. Yani örneğin, İstanbul’daki bir arsa alımına ilişkin Avrupa’da verilen bir mahkeme kararı, Türk mahkemelerinden çıkmadığı sürece Türkiye’de icra edilemez. Burada münhasır yetki kuralı uygulanır.
2. STRATEJİK YETKİ TAYİNİ: NELERE DİKKAT EDİLMELİ?
Yetkili mahkeme seçimi, sadece coğrafi yakınlık veya “kendi ülkesinde olmak” rahatlığına göre yapılmamalıdır. Dikkate alınması gereken bazı önemli kriterler şunlardır:
·
Yargılama süresi: Türk mahkemeleri tecrübeye
dayalı olarak Avrupa’dakilere kıyasla daha yavaş çalışır – ciddi gecikmeler
yaşanabilir.
·
Yargılama masrafları: Türkiye’deki dava
masrafları, özellikle yüksek meblağlı davalarda, belirgin şekilde yüksek
olabilir.
·
Hükmün icrası: Bir ülkede verilen mahkeme
kararı, diğer ülkede doğrudan icra edilemez. Bunun için ya tanıma ve tenfiz
davası ya da ikili bir icra anlaşması gerekir.
·
Hukuk uygulama yetkinliği: Her mahkeme, yabancı
hukuku uygulamakta yeterli deneyime sahip değildir – bir Türk mahkemesi Avrupa
sözleşme hukukunu tam olarak yorumlayamayabilir, tersi de geçerlidir.
Bu nedenle, bir yetki hükmü yazarken refleksif olarak “kendi mahkemem” yaklaşımıyla hareket etmek yerine, icra edilebilirlik ve uygulama pratikliği esas alınarak karar verilmelidir.
3. TAHKİM: ULUSLARARASI SÖZLEŞMELERDE HUKUKİ GÜVENCE
Özellikle Avrupa-Türkiye ticaretinde olduğu gibi uluslararası sözleşmelerde, tahkim anlaşmasının daha en başta, sözleşme kurulurken yapılması önemlidir – uyuşmazlık doğduktan sonra değil. Tahkim mekanizmaları; daha hızlı, esnek ve gizli bir yargılama süreci sunar ve New York Sözleşmesi sayesinde 160’tan fazla ülkede icra edilebilir niteliktedir.
Örnek: Bir Avrupa’lı makine üreticisi Konya’ya teslimat yapar ve sözleşmeye, tahkim yeri olarak Viyana’yı, dili Almanca’yı ve uygulanacak hukuk olarak İsviçre hukukunu koyar. Bu tür yapılandırmalar hukuken geçerlidir – ancak yalnızca açık ve eksiksiz düzenlendiği takdirde.
Tahkim
şartının geçerli ve uygulanabilir olması için şu unsurlar açıkça
belirtilmelidir:
·
Tahkim kuralları (örneğin: DIS, ICC, VIAC,
ISTAC),Tahkim yeri (seat of arbitration),
·
Yargılama dili,
·
Uygulanacak hukuk.
· Belirsiz veya genel-geçer ifadeler, çoğu zaman yetki konusunda ihtilafa yol açar ya da şartın tamamen geçersiz sayılmasına neden olur.
Uygulamada
özellikle şu kurumlar başarılı şekilde tercih edilmektedir:
·
DIS (Alman Tahkim Enstitüsü)
·
ICC (Milletlerarası Ticaret Odası Tahkimi)
·
VIAC (Viyana Uluslararası Tahkim Merkezi)
· ISTAC (İstanbul Tahkim Merkezi)
Hangi kurumun seçileceği, sözleşmenin konusuna, hukuki bağlamına ve nihai olarak kararın hangi ülkede icra edilmek istendiğine bağlıdır.
VURAL & DEMİR HUKUK VE DANIŞMANLIK HİZMETLERİ
İstanbul merkezli ve uluslararası odaklı çalışan Vural & Demir Hukuk ve Danışmanlık, Türkiye’de faaliyet gösteren ya da Türk iş ortaklarıyla uluslararası sözleşmeler imzalayan Avrupa merkezli şirketlere kapsamlı hukuki destek sunmaktadır.
Hizmetlerimiz arasında şunlar yer
almaktadır:
·
Uluslararası satış, tedarik ve eser
sözleşmelerinin hazırlanması ve incelenmesi, genel işlem şartları (GİŞ),
mülkiyetin muhafazası ve ödeme güvenceleri dahil
·
Müvekkillerimizin çıkar ve risklerine göre özel
olarak yapılandırılmış hukuk seçimi ve yetkili mahkeme hükümleri
·
Avrupa-Türkiye ticaretinde garanti ve sorumluluk
konularında danışmanlık, Birleşmiş Milletler Satım Sözleşmeleri Konvansiyonu
(CISG) dikkate alınarak
·
Kamu ihaleleri ve Türk kamu kurumlarıyla yapılan
sözleşmelerde destek, çeviri, metin inceleme ve yerinde müzakere hizmetleri
dahil
· Türk ticaret mahkemeleri nezdinde ve uluslararası tahkim kurumları nezdinde dava ve tahkim temsili, özellikle ICC, DIS, VIAC ve ISTAC süreçlerinde
Kültürlerarası yetkinliğimiz,
ortaklarımızın çift hukuk sistemi bilgisi ve Türkçe, Almanca ve İngilizce
sunulan çok dilli danışmanlık hizmetimiz sayesinde, Avrupa ile Türkiye arasında
güçlü, güvenilir ve sürdürülebilir ticari ilişkilerin hukuki temelini sağlamaktayız.